Yazının Karşı Yasası

Beyza Ersoy 18.05.2019 Öyküler
Yazının Karşı Yasası

    
YAZININ KARŞI YASASI


Papri Melon sabah güneşinden faydalanabilmek için balkona çıkmış, kitabını okumaya başlamıştı. Kitap bir süredir elindeydi, edebiyat teorileri üzerine bir kitaptı. Sinir ola ola okuyordu, çünkü yazara göre düzyazı şiirin mertebesinde değildi; aslolan şiirdi, en yüce dil sanatı oydu.

Sinir oluyordu ama şu cümleye kadar, Papri Melon yine de soğukkanlılığını korumuştu: "Şiirin düzyazıya evrilmiş hali, aşağılaşmasıdır; başka bir deyişle, düzyazı şiirin düşmüş halidir."

İşte bu cümleyi okuyunca Papri Melon'un kanı beynine sıçradı. Bu yazar olacak kendini bilmez, niye farklı bir şeyi gelişme, zenginleşme, çeşitlenme olarak görmüyordu da, aşağılaşma olarak görüyordu? Niye böyle tersinden yorumluyor, olumsuzluyordu?

"Ama dur," dedi Papri Melon, "sen bunu hak ettin, sen istedin bunu!" Ve kitabın yazarı Abradi Pembro'ya bir ileti yazdı. Kanını beynine sıçratan cümleyi alıntıladıktan sonra, genel tutumunu hiç beğenmediğini belirtti, "Hele bir de böyle ‘aşağı maşağı’ demiyor musunuz, kafanızı kıracağım geliyor." diye de ekledi.

Abradi Pembro adlı yazar, “Beğenmiyorsanız okumayın!” diyen soydan bir yazardı, eleştiriye hiç tahammülü yoktu, burnu havadaydı ayrıca burnundan kıl da aldırmıyordu. İşte Papri Melon'a da adeta kafasına fırlatılmış hissi veren böyle bir ileti ile cevap verdi. Üstelik Papri Melon’un okuduklarını anlamadığını söyleyerek hakaret de etti.

Papri Melon'un beynine sıçramış kan, ileti gönderip içini döktükten sonra normal seviyesine inmişti fakat bu cevaptan sonra öncekinden de yüksek bir seviyeye fırladı. Yeni bir iletide kaleminin en sivri köşelerini kullanarak, Abradi Pembro'yu yerden yere vurdu, onun sadece beceriksiz bir yazar değil, aynı zamanda aymazın utanmazın önde gideni olduğunu, bu kafayla giderse yazdıklarını sadece kendisinin okuyacağını sayıp döktü.

Aradan günler geçti. Karşı taraftan cevap gelmedi. Bu Papri Melon'u, içinde ufak bir şüphe ya da buruklukla da olsa memnun etti. Küçük bir burukluk bulutu; çünkü karşı taraf tenezzül etmiyor da mı yazmıyordu, bilemiyordu. Ya da acaba çok mu ileri gitmişti de, kendisi için “Ben artık bu seviyeye inemem” mi denmişti? Belki de yazar Abradi Pembro yazdıklarını saçma bulmuştu, cevap vermeye bile lüzum görmemişti; görmezlikten geliyordu, muhatap almayacaktı bundan sonra? Ama sonra, "Yok yok, bastırdım onu," diyordu Papri Melon "bastırdım, sözlerimle susturdum onu. Bildirdim haddini, indirdim burnunu Kaf Dağı'ndan. Herkesi hafife alamayacağını öğrenmiştir artık."

Derken bir gün kapı çalındı ve postacı bir mahkeme celbi getirdi. Yazar Abradi Pembro, Papri Melon'un kitaplarını alıp okuyamaması için tedbir kararı çıkarttırmıştı.

İçindeki o karanlık, gölgeli, buruk kuşku bulutu olmasaydı, hiç ihtimal vermeyip hazırlıksız yakalansaydı, bu durum Papri Melon için gerçek bir yıkım olabilirdi ama işte, vardı ve Papri Melon bir bastona dayanır gibi ona tutundu; yutkundu.

Günü geldiğinde Papri Melon kafasından olabilecekleri geçire geçire mahkemenin yolunu tuttu. "En fazla," diyordu, "alıp okumam, e bu da benden bir şey eksiltmez." Öte yandan, bir konuda, üstelik kendisi haklıyken yasaklı olmak düşüncesi canını sıkıyordu.

Mahkemeye Abradi Pembro'nun avukatı gelmişti. Avukat ileti yazışmalarını yargıca sunduktan sonra, müvekkilinin düşünsel ve duygusal tacize maruz kaldığını iddia etti ve bu tip taciz durumlarında sıkça verilen kararın takdirini: Davalı okurun, davacı yazarın kitaplarının yanına yaklaştırılmamasını talep etti.

Gereği düşünüldü. Papri Melon başı önde, verilen kararla hayal kırıklığına uğramış bir halde evine dönerken içinde haksızlığa uğramışlığının fırtınaları kopuyordu.

Daha o gün, kararın geçerliliğini tespit etmek için bir kitapçıya gidip Abradi Pembro'nun kitaplarını sordu ve bu durumlara sebep olan kitabı, “Yazmanın Anayasa”sını almak istedi.

Her şey yolunda gidiyor, kitapçı, güler yüzle kitabı torbaya koyuyor ve Papri Melon da bir "oh!" diyordu ki, aniden tüm sahne dondu. Kitapçının önce şaşkınlık sonra kızgınlıkla yüzü değişti, kaşları çatıldı. Sonra dudaklarından o sihirli sözcükler döküldü: "Bir dakika bayım, bu kitabı size satamam. Yasaklısınız."

Kaşlarının çatılma sırası Papri Melon'daydı. "İstemem, kalsın." deyip koşar adımlarla kitapçıdan çıktı, kendini karşı kaldırıma attı. Öyle telaşlı görünüyordu ki, sanki peşinden biri kovalıyordu.

Şansını şehrin en zengin ve büyük kitapçılarında da denedi; en kuytu, sefil, kenar köşede açılmış köhne kitapçılarında da. Bütün bilgisayarlar yasaklı olduğunu söylüyordu.

Papri Melon artık işi inat konusu yapmış, bu yasağı aşmayı kafasına koymuştu. En yakın arkadaşı Poket Minta'dan yardım istedi. Planı şuydu: Poket bir kitapçıya girecek ve kitabı alacak, sonra da Papri'ye verecekti, işte bu kadar basit. Poket "Sende o kitap yok muydu?" diye sordu önce, ama Papri ona işin bir haksızlıkla mücadele meselesi olduğunu, önemli olanın kitabın olup olmaması değil yasaktan sonra alınmış bir kitaba sahip olmak olduğunu anlatınca, Poket de ona hak verdi.

Böylece Papri ve Poket birlikte kitapçıya gittiler. Papri Melon ne olur ne olmaz diye içeri girmedi, dışarıda, vitrin camından da gözükmeyecek şekilde bekledi. Poket çıktığında elinde gıcır gıcır bir "Yazının Anayasası" tutuyordu.

İki arkadaş sevinç içinde bir restorana giderek bu durumu kutladılar. Kitabı zaferlerinin nişanesi olarak masanın üzerine koydular. “Başkalarına yutturabilir ama ben nasıl bir yazar olduğunu adım gibi biliyorum, " dedi Papri Melon alayla, " bunun ne uyduruk bir kitap olduğunu da."
O hafta Papri Melon'un evine polis bir baskın düzenledi ve “Yazının Anayasası”nın gıcır gıcır yeni cildini buldu. Kitaba el kondu, Papri Melon ise sorgulanmak üzere karakola götürüldü. Sorguda direndi ve bu kitabı ele geçirmesinde yardım eden arkadaşının ismini vermedi.

Telefonlarının dinleneceğinden ve evinin gözleneceğinden kuşkulanan Papri Melon, iki gün boyunca Poket'i aramadı. Nihayet kendi içindeki sular da durulunca ikisi kuytu bir parkta buluşup bu satıştan polisin nasıl haberdar olduğunu sorguladılar. “En iyisi,” dedi Poket, “bir daha o kitapçıya uğramamalı, belki de seni gördü ve ihbar etti.”

“Kendimizi riske atmamalıyız.” dedi Papri Melon da, “Bundan sonra şansımızı başka bir kitapçıda deneyeceğiz.”

O gün akşamüstü şehrin birkaç katlı, yaklaşan yılbaşı nedeniyle ışıl ışıl kitapçılarından birine gittiler. Poket malum kitabı alıp kasaya yöneldiğinde, Papri Melon da gizlendiği rafların arasından ara sıra başını çıkararak durumu kontrol ediyordu.

Poket en kendine güvenli halini takınarak kitabı kasiyere uzattı ve bir hafta önce Papri Melon'un bizzat yaşadığı şey başına geldi.

"Üzgünüz efendim," dedi kız, "bu kitabı size satamıyoruz." Poket Minta böyle bir şeyi hiç beklemiyordu, "O niye o?" diye sordu ağzından, ani açılmışo bir fıskiyeden su fışkırır gibi. "Detaylar görünmüyor efendim, sadece bu kitabın size satışının yasak olduğu görünüyor. Üzgünüz."

Poket kitabı tezgâhta bıraktı, kös kös döndü. Papri ile göz göze geldi ve ona dışarı çıkmayı işaret etti.

Mağazanın dışında buluştuklarında Papri "Demek kavgayı kızıştırmak istiyorlar." dedi, "Ama bizim de silahlarımız bitmedi. " Bir an sustu, sonra "Sende bu kitap var mıydı?" diye sordu. “Var,” dedi Poket, “hem de hiç okunmamış, yepisyeni.” “İyi,” dedi Papri Melon, “onu bana ödünç ver, böylece yasağı delmiş oluruz.”

Hemen Poket'in evine gittiler. Uzun bir aramadan sonra Poket kitabı tepelerce kitap yığının altında buldu. Sonra da sevinç içinde, sıcak bol köpüklü birer kahve içerek bunu kutladılar.

Akşam koltuğunun altında “Yazının Anayasası”, evine dönerken Papri Melon kendini çok mutlu hissediyordu.

Fakat ertesi sabah tam da bu keyfi sürerken, Poket'ten telaşlı bir telefon aldı. "Evimde arama yapıldı, kitabı bulamayınca sana yöneldiler, her an gelebilirler."

Papri Melon kitabı hemen, o sırada üstünde kestane pişirdiği sobada yaktı. Kapı çalındı. Açtı. Üç polis memuru, arkada da iki koruma. "Evinizi arayacağız," dedi içlerinde en yetkili görüneni. Papri Melon geri çekildi, girdiler. Kitap çoktan yanmıştı. Eskisini gösterdi Papri Melon, "Bunu mu arıyorsunuz?"  Damarlarına basmak istiyordu. Fakat polisler faka basmadı, "Kazanılmış haklarınıza dokunmuyoruz Bay Melon." dedi içlerinden biri; sonra da: "Şu kül örneklerinden alın, laboratuvarda inceletelim."
Çıkarlarken "Üzgünüz Bay Melon, biz görevimizi yapıyoruz." dediler. "Biliyorum, üzgünsünüz." dedi Papri Melon.

Gün boyunca endişe içinde laboratuvardan gelecek sonucu bekledi.  Her an postacı gelebilir diye dışarı da çıkamıyordu. Nihayet akşamüstü kapı çalındı. Rapor gelmişti.

"Yapılan inceleme sonucunda,  Papri S. Melon'un sobasında yirmi dört saatlik zaman dilimi içinde odun, yumurta kabuğu, çorap, kibrit çöpü ve kitap yakıldığı tespit edilmiştir.  İş bu celbi alan Papri S. Melon'un on iki saat içinde karakolumuza gelip ifade vermesini..." Ertesi sabah Papri Melon karakolun yolunu tuttuğunda, iyi niyetinin ifadesi olarak koltuk altında bir çocuk şiir kitabı taşıyordu.

"Kitap yakan biri değilim, belki vaktiyle çok soğuklar olduğunda tutuşmamış bir odunu tutuşturmak için bir kitabın yazısız sayfasını sobaya koymuş olabilirim. Kim bilir kaç sene önce. O da belki. Yanmamış kalmıştır altta. Ben kitapları okumayı tercih edenlerdenim, evim defalarca arandı, kitaplarımı gördünüz, yaksaydım hiç kitabım kalır mıydı? Siz söyleyin."

Polis memurları bıkkın bir suratla Papri Melon'u dinliyorlardı. “Bakın,” dedi en nihayet biri, “yanmış kitap sayfasında yazılar tespit ettik, ne yazık ki bu suçunuzu ispatlıyor.” Papri Melon telaşlandı, "Ne yazısı olabilir, belki odunlar çizmiştir, yanarken karartmıştır sayfayı, emin misiniz?” Blöf yaptıklarından kuşkulanıyordu ve bir balık gibi zokayı yutmak istemiyordu.

"Şaka yapmıyoruz" dedi Polis memuru, "Bizler şakacı insanlar değiliz." Durup düşündü, "En azından görev başındayken şaka yapmayız. "Sizi tutuklamak zorundayız. Bu akşam nezarette kalacaksınız."

Ertesi gün çıkarıldığı mahkemede Papri Melon suçunu itiraf etti. Mahkeme bir yıl boyunca ona bütün kitapçılara girmeyi yasakladı. Ayrıca bütün arkadaş, akraba ve tanıdıklarının bir listesini mahkemeye teslim edecek, her ay karakola gelip başka bir şehre kaçmadığını da gösterecekti.

Kitapçılardan menedildiği bu bir yıl boyunca Papri Melon evinde alıp okumadığı bütün kitapları okudu. Hırslı ve inatçı kişiliği ona sıra dışı bir okuma hızı vermişti. Bu bir yıl içinde "Yazının Karşı Yasası", "Aşağılamadan Güzellikle", "Önce Olumlu Ol, Sonra Kalemi Al"  adlı üç eleştiri kitabı yazdı ve Abradi Pembro'nun bütün savunduklarını çürüttü, bol bol "aşağılık" kelimesi kullandı ve kapalı göndermelerle Abradi Pembro'yu yerden yere vurdu.

Bir yıl sonra nihayet bütün kitapçıların kapıları ona tekrar açıldığında, vitrinlerde onun kitapları vardı. Yılların birikimini kitaplarına yatırmış, esaslı bir tanıtım kampanyası düzenlemişti.

Kutlamak için sevinç içinde Poket'le buluştuklarında "Şimdi" dedi, “o Abradi Pembro olacak adamdan bir ileti gelmesine kaldı iş, sonra ona bütün kitaplarımı yasaklatacağım.” 

(Mahsus Mahal, 2009, sayı 10)