Eşkenar Üçgen
EŞKENAR ÜÇGEN
-İkinci Boyuttan Sesleniş-
“Kozmos envanteri tamamlandığında ve tüm galaksilerin, kuasarların, kara deliklerin, galaksiler arası hidrojenin, çekim gücü dalgalarının ve uzaydaki daha egzotik katkıların miktarı saptanıp tam bir toplama yapıldığında, ne menem bir evrende yaşadığımızı anlayabileceğiz” *Cosmos, Carl Sagan
Genişim uzunum ama yüksekliğim yok. Bir yassıyerdeyim, çıkamam dışarıya. Eşkenar üçgenim ben, kare bana akraba. Ve hali başka, tavrı başka, meleksim; aşığınım dikdörtgen prizma.
Bir çizgi görürüm önümde, babam çıkar. Sakalının tüylerini döker ardında ilerlerken. Annemi kırışmış çizgilerinden tanırım. Komşu teyze iyice bükülmüştür, başını görmek zordur arkadan bakınca. Ufak bir gezinti yapar, bir yay çizer geçerim önüne öperim elini. “Berhudar ol evladım” der; şekerini kaparım. Yerken dikdörtgen prizmamı düşünürüm.
Sırlıdır Karenin içi. Kareyim sırlıyım der. Babam müdahale eder; o sır varsa bizde de var der. Ama gören bilen olmamıştır şimdiye kadar. Rivayettir bunlar. Derinliğimiz olduğunu iddia eder büyükler. Derin dünyalardaki uzantılarımızdan bahsederler, biz bu kadar değiliz derler.
Pek anlayamam doğrusu. Bu kadar değilsek, ne kadarız? Kafam karışır, beynim döner. Önümü arkamı bile şaşırırım.
Bir gün başına ne gelmiş Karenin! Duy da inanma! Evinde sakin sakin oturuyormuş. Evi de güzeldir ha! Derken bir ses duymuş, “Merhaba!”. “Ben İnsanım” demiş ses. “Üçüncü boyuttanım” demiş. Az daha altına yapacakmış Kare. Evden kendini bir atmış, üç gün içeriye girememiş. Kendine de gelememiş, noktaları kaçıracakmış az daha. Büyükler toplandılar, yatıştırdılar Kareyi. Zaten yatıktı, iyice yattı. Görünmez oldu neredeyse. Pek de ortalara çıkmadı bir daha.
Ama iş bununla bitse iyi. Evi de perili oldu onun. Nazar değdi. Bazen açık kalmış perdesinden içeri bakarız biz üçgenler. Uzun uzun bakarız bekleriz biz de ses duyacak mıyız diye. Duymayız. Ama Kare ne zaman bize gelse anlatır, nesneler görüyormuş evin içinde. Önce bir nokta görüyormuş, sonra noktalar birleşip bir çizgi oluyormuş sonra da bir daire görüyormuş bazı, bazen de dikdörtgen tarzı bir şey. Ses “Gördüğün sadece bir parçam diyormuş, sizin boyutla bu kadarım kesişebiliyor ancak. Parmağımı koydum kağıdın üstüne; bir elma koydum” diyormuş, daire gördüğü zaman. Ya Veli olacaksın ya Deli diyor büyükler ona, nasihatlerini hiç eksik etmiyorlar. Alıştım diyor Kare. Başını önüne eğiyor, yanakları kızarıyor. Büyükler çaresiz, birbirlerine bakıyorlar.
Zavallı Kare. Mecnun oldu. En son anlattığına ne demeli? İyice uçtu gitti. Dediğine göre, yine ses duyduğu bir gün kendini bir anda bambaşka bir dünyada bulmuş. Öyle başkaymış ki anlatılmazmış. Anlat Kare dedik, anlatamadı. Nasıl anlatayım bambaşka dedi. Genişlemiş gibi olmuş, ferahlamış adeta. “Bizim de bulutlarımız var ama o bulutlar başka” dedi. Ses “Burası üçüncü boyut” demiş, “burası gökyüzü” demiş. Kare de bir fark etmiş ki hepimize yukardan bakıyor. Bize, evlerimize... Odalarımızın içine kadar her yeri görüyormuş... Önce tanıyamamış ama. Farklı görünüyormuşuz. Sonra istediği yere konmuş. Hatta dikdörtgen prizmaya sorabilirmişiz, o onun birden bahçede bittiğini görmüş.
Soluğumu Dikdörtgenimin yanında aldım. Aranızda bir şey mi var? Dedim. Şaşırdı, “Kimle ki?” Dedi. “Yoksa bir başkası da mı var” dedim. “Bir ben mi yokum” dedim. “Sen de yoksun, başkası da” dedi. Hem kırıldım hem sevindim. Ama dürüst işte, takdir ettim yine de.
“Peki şu Karenin anlattığı doğru mu?” dedim. “Doğru,” dedi, “olur böyle şeyler.” Bir kez daha hayran kaldım şu dikdörtgen prizmama, ne olgunluk, ne soğukkanlılık, prizma başına.
Karenin kapısını çaldım sonra. Perili evine ayak bastığım yoktu ne zamandır. Ama ciğerim yanmıştı. Bu Kare neden sevgilimin bahçesine konmuştu? Uçan bir kareyle ben nasıl başa çıkabilirdim?.. Kapıyı açtı Kare. Güler yüzle içeri buyur etti beni. Genişti evi. Güzeldi eskisi gibi. Korktum ama girdim yine de. Nedir bu uçma konma meselesi dedim. Büyüğümdü Kare ama babamlardan küçüktü yine. Bir abi edasıyla yaklaştı bana. Ben takıldım, sen takılma dedi.
Zor bir mesele dedi. Aslını sorarsan umurumda da değil dedim. Sevgilimin bahçesine konmuşsun, onun hesabını ver dedim. Sinirlenecek diye beklerken kahkaha patlatınca şaşırdım. “Doğrusunu ararsan tek korkmayacak oydu, o yüzden” dedi. “Yine kendi evine dönüp konsaydın ya” dedim. Konuştuklarımıza da şaştım. “Biri görsün, tanık olsun, anlattığımın şahidi olsun istedim, paylaşamamak ağır gelecekti” dedi. Ah Kare ah, ben de sanmıştım ki... Ah benim meleksi Dikdörtgen Prizmam şimdi senden özür dilemeliyim. Benim için özürlerden özür seçmelisin. Gidip komşu teyzenin elini öpmeliyim, hayır duasını alıp yanına gelmeliyim. Aldığım şekeri kendim yemeyip sana vermeliyim.
Sonraki gün dayanamadım yine çaldım Karenin kapısını. “Hızlı aşık, yine ne var?” dedi.
“Merak ettim, bana biraz anlat” dedim. İçeri buyur etti. Oturduk. “Ben daha bu yolda yeniyim” dedi. Oysa ki ilk başına gelenden beri seneler geçmişti. “Yukarıya istediğim zaman çıkamıyorum ama ne zaman çıksam artık korkmuyorum” dedi. Alışmış. Başka yukarılar da varmış. Kat katmış. Sesi de her seslenişinde duyamıyormuş. Ama her sorusuna er geç cevap alıyormuş.
Duvarı baştan başa kaplamış kütüphanesini gösterdi, tepeleme kitap-defterleri başıyla işaret etti. Ben de Ses’e yazıyorum dedi. “Bir yazman eksikti, yazar mı olacaksın” dedim. Hiddetliydim, tir tir korkuyordum merakıma rağmen. “Yazmak bir paylaşım, üçüncü boyuta gönlümden posta, bu yazılar bir sevgi ifadesi, bir teşekkür, bir çağrı” dedi. Neden kızgındım ona bilmiyorum. “Neden kızgınım sana bilmiyorum” dedim. “Bu yeni aşkın çok büyük, çok güçlü, bastırmışsın. Geç kalmışsın gibi şimdi belki de beni kıskanıyorsun? Kıskanma, madem bir yerden başla, al oku” dedi.
Sevinçten ve meraktan tir tir titriyordum. Uzattığı kalınca defteri elimde çevirdim. Kapağına -Üçüncü Boyuta Sesleniş- yazmıştı. İlk satırları okurken bana yazmış gibi ürperdim.
Anladı... Okuyabiliyorsan elbette sana yazılmıştır, dedi.
Üç boyutlusun sen... Ben değilim.
Bak beni kağıt üzerinde göreceksin
(Kadın Yazarların Anadolu Buluşması, Pen Kadın Yazarlar Komitesi, 2009)