Schliemann'ın Tutkusu

Beyza Ersoy 13.03.2008 Tarih Yazıları
Schliemann'ın Tutkusu

    
                                  SCHLİEMANN'IN TUTKUSU

Schliemann’la bundan seneler önce İlyada’da tanıştım. Bizi Azra Erhat tanıştırdı. Herkes Troya savaşını bir masal, Troya’yı da düşler ülkesi zannederken ve aksi fikirleri enikonu bilimdışı kabul ederken o bu “düşlerin” gerçek olduğuna inanmış, elinde avcundaki tüm eksilere rağmen yılmamış, koskoca bir tarihi su yüzüne çıkarmak için tutkusu peşinde çabalayıp durmuş masum bir adamdı. Tanıştığımız günden sonra ben onu hep derin ve gizli bir hayranlıkla andım. Tarihin bu ilginç ve vizyonu hayalötesi adamın değerini niye bilmediğine de şaştım.

Aradan seneler geçti. Schliemann’la bir arkadaş toplantısında tekrar karşılaştık. Ona olan hayranlığım hiç azalmamıştı. Tarihin ona vermediği hakkını savunmak için büyük heyecan duyuyordum. Fakat ben daha leb diyemeden kendisi masada kınamayla, ünlü tarihi eser kaçakçısı, büyük hırsız olarak tanıştırıldı. Oysa benim tanıdığım Schliemann böyle değildi.

Böylece Schliemann’ı daha yakından tanımak istedim. Hangisi doğruydu? Schliemann’ı eskiden olduğu gibi heyecanla sevecek miydim, yoksa birçokları gibi yüz buruşturarak mı anacaktım?

Araştırdıkça Schliemann’ın zirvesi bulutlarla kaplı, sisli, belirsiz bir dağ olduğu hakkındaki fikrim kuvvetlendi. Tarihte kaç kişi birbirinden bu kadar farklı şekilde ve sıfatlarla anılmıştı?

Bazılarına göre Schliemann modern arkeolojinin kurucusu, arkeolojinin babası, Troya kaşifi ve tarihe yaptığı bu katkı yüzünden saygı ve minnetle anılması gereken bir kişiyken bazılarına göre ise maceraperest, hırsız, hazine avcısı, amatör arkeolog, tarihi eser kaçakçısıydı.

Schliemann hakkındaki ihtilaflar bu kadarla da kalmıyor: Bazı kaynaklar Schliemann’ın babasının alkolik olduğunu ve Schliemann’ın zor geçen çocukluğu yüzünden böyle bir ahlak düşüklüğü gösterdiğini yazarken, bazı kaynaklar da rahip olan ve küçük oğluna İlyada destanını hediye eden ve üstelik o okuma öğrenene dek ona sabırla okuyan bir babadan bahsediyorlar.

Yine bazı kaynaklar Schliemann’ın amatör bir arkeolog olduğunu yazarken, bazı kaynaklarda ise Schliemann sanat tarihinde Troya Hazineleri hakkında doktora yapmış bir kimse olarak geçiyor. Bazı kaynaklar onun para peşinde olduğunu iddia ederken, bazı kaynaklar altına hücum serüvenine katılıp bankacılık sektöründen kazandığı serveti bu kazıya akıttığını yazıyor.

Bazı kaynaklar arkeolojiye çok sonradan, paraya pul dediği zamanlarda heveslendiğini yazıyor. Bazıları ise Troya’yı çocukluğunda kafasına koyduğunu...

Bazı kaynaklar ‘Schliemann Çanakkale Hisarlık’a gelince Calvert’ten yardım gördü, ona ait topraklarda kazı yaptı, Osmanlı Hükümetinden izni onun sayesinde aldı’ diyor. Bazı kaynaklar ise, onun köylülere ait münferit tarlalarda kimseden izin almadan gayrımeşru kazılara giriştiğini, duruma uyanan köylüler kazılarını durdurunca, onlara kazılarda bulduğu beyaz mermer parçalarını rüşvet olarak verdiğini, köylülerin de bunları ihtiyaçları olan köprü yapımında kullandığını söylüyor.

Kimileri Priamos hazinesi zannettiği hazineyi karısına ziynet yaptığını ve bununla gururlandığını, kimileri ise elindeki bu hazineyi dünyaya duyurur duyurmaz, devlet müzelerine bağışlamak istediğini ama çalıntı mal olduğu için kabul edilmediğini yazıyor.

Kimileri en son Almanya’nın çalıntı malıntı demeyip kabul ediverdiği bu tarihi hazinenin İkinci Dünya Savaşı’nda Ruslara geçtiğini ama bu ortaya çıkınca Almanya’nın hazineyi geri istediğini, sekiz bin küsur parça eşyanın yarıya yakınının Rusya’dan Almanya’ya gönderildiğini ve Türkiye’nin ise ne akla hizmetse hak sahibi kabul edilmediğini, kimi kaynaklar da Rusya’nın bunu savaş ganimeti sayarak geri vermeye yanaşmadığını yazıyorlar.

Sözün kısası tarihi eserler konusunda, hele ki tarihi eser kaçakçılığında kimin elin kimin cebinde, kim hırsız, kim haklı karmakarışık. Hal böyle olunca Schliemann’ın zirvesine çıkmak için bir rota keşfetmek, Schliemann Haritası’nda bir yol belirlemek zor. Harita eski, rota sarp. Dağ geçit vermiyor.

Benim olmasını istediğim Schliemann’ı anlatayım öyleyse... Kahraman Schliemann’ı anlatayım:

Vaktiyle rahip babasının kendisine çok ünlü bir kitap hediye ettiği küçük bir çocuk varmış. Homeros’un İlyada’sıymış bu kitap. İşte o gün o küçüğün, Schliemann’ın içine bir ateş düşmüş. Bütün hayatını bu ateşi besleyen tutkusuna ulaşmak için yaşamış. Fakirmiş. Eğitimi de pek iyi olamamış. Fakat azmiyle hepsinin üstesinden gelmiş. Troya yok, demişler. Bulacağım, demiş. Paran yok, demişler. Kazanacağım, demiş. Eğitimsizsin, demişler. Öğreneceğim, demiş. V böylece küçük görmemiş bir çok işe girip çıkmış. Böylece altın tozlarından koca bir servet eğirmiş. Sonrasında da paraya para dememiş. Amacı para olsaymış, paraya çoktan ulaşmışmış işte. Hayır, Schliemann içten içe hep yüreğini sarsanın peşindeymiş. İçinde bir şey hep onu çağırıyormuş: Troya! O zamanın bilim çevresinde bu hayalperestlikmiş. Evet, artık fakir değilmiş Schliemann. Kendisinden servetini isteyecek bu kazıya hazırmış. Kendini eğitmek için de elinden geleni yapmış. Kimilerine göre yedi, kimilerine göre tam dokuz dil öğrenmiş. Dilleri öğrenirken haftalarca evinden dışarı çıkmamış, gramerleri yemiş yutmuş. Böylece bir elinde açık İlyada kitabı, Homeros’un bahsettiği topraklara sonunda ulaşmış. Kazılarına başladığında arkeoloji bilgisi yeterli olmadığı için, belki de bilim dünyası da henüz kazılardan gelen bilgilere henüz sahip olmadığı için Schliemann dokuz katlı bir uygarlık merdivenini harap etmiş, farkına varmadan.

Schliemann bir hazine bulmuş. Bunu eşi Sophia’nın ülkesine kaçırmışlar, Yunanistan’a. Hala da süren bir ihtilaf var yine: Troya bir Yunan devleti miydi, yoksa Türk müydüler Troya’lılar. Eğer Troya bir Yunan devleti idiyse, Schliemann bu hazinenin gerçek sahibinin Yunanistan olduğunu düşünmüş olabilir.

Schliemann sonradan bulduğu hazinenin Priamos’un hazinesi olmadığını anlamış. Başka bir tutkunun peşinde olmasaydı döner miydi Schliemann kaçtığı topraklara? Evet, dönmüş. Troya uygarlığına ait Priamos’un hazinesi bulmak için dönmüş. Ömrünün sonunda dek bu tutkusu için uğraşmak üzere...

“Allahaısmarladık Troya!”

 

(Beyza Ersoy, Hürriyet Agora,18 Aralık 2005)